Keloğlan ve Üç Altın Yaprak Suya Hasret Köyün Umudu

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak diyarların birinde yeşillikler içinde bir köy varmış. Bu köyde herkes mutlu mesut yaşar, toprakları bereketli, dereleri serin serin akarmış. Köyün tam ortasından geçen pınar, hem tarlalara can verir hem hayvanlara su olurmuş. Fakat bir sabah köylüler uyandıklarında, pınarın kuruduğunu görmüşler. Ne bir damla su kalmış ne bir serinlik... Yer çatlamış, toprak kavrulmuş.

Köyün yaşlı bilgesi Dede Korkut, köylüleri meydanda toplamış.

“Ey ahali!” demiş, “Bu pınarın kaynağı, dağların ardındaki Gizemli Orman’dadır. Efsaneye göre, ormanın en derin noktasındaki Ağlayan Ağaç, köyümüzün suyunu sağlayan sihirli köktür. Ancak bu ağaç kurursa, su da kesilir. Ağaç, ancak Üç Altın Yaprak’la yeniden can bulur. Ama o yapraklar kolay bulunmaz. Yalnızca cesur, akıllı ve temiz kalpli biri bu görevi başarabilir.”

Köylüler endişeyle birbirlerine bakarken, içlerinden biri öne atılmış. Bu, saçsız başı ve güler yüzüyle tanınan, her zaman dürüst ve yardımsever olan Keloğlan’mış.

“Ben giderim Dede Korkut,” demiş. “Ne pahasına olursa olsun, köyümüzü susuz bırakmam.”

Annesi telaşla yanına koşmuş. “Oğlum, orası tehlikelerle dolu, sen nasıl...”

“Anne,” demiş Keloğlan, “Köyümüz susuzluktan kavruluyor. Çocuklar ağlıyor, hayvanlar susuz. Eğer birinin gitmesi gerekiyorsa, bu ben olmalıyım.”

Dede Korkut başını sallamış. “Yol uzun ve zorludur evlat. Üç Altın Yaprak, üç ayrı diyarda saklı. Her biri bir sınavı temsil eder. Cesaret, bilgelik ve merhamet... Yalnızca bu üç sınavdan geçen yaprakları toplayabilir. Al şu asayı, sana doğruyu gösterir.”

Keloğlan annesine sarılmış, küçük bir heybe hazırlamış. İçine biraz kuru ekmek, bir su matarası ve annesinin ördüğü yün atkıyı koymuş. Ardından sabah güneşiyle birlikte yola düşmüş.


İlk Diyarda: Korku Vadisi ve Cesaret Yaprağı

Keloğlan günlerce yürümüş, dağları aşmış, vadiler geçmiş. Sonunda karanlık ve sisli bir yere varmış. Burası Korku Vadisi’ymiş. Her taşın altından bir korku fısıltısı gelir, her ağaç gölgesi bir gölge gibi üstüne çökermiş.

Vadinin başında bir tabela asılıymış:

“Korkularına teslim olan, geri dönsün. Cesur olan, ileri!”

Keloğlan derin bir nefes almış ve yürümeye başlamış. Birden çalılıklar hışırdamış. Siyah gözlü, tüyleri parlayan dev bir kurt çıkmış karşısına.

“Kim gelir cesaretsiz yüreğiyle vadiye?” diye kükremiş kurt.

Keloğlan titrememeye çalışmış. “Ben Keloğlan’ım. Köyümün suyu kesildi. Üç Altın Yaprak’ı arıyorum.”

Kurt gözlerini kısmış. “O zaman korkunu seç,” demiş.

Birden Keloğlan’ın karşısına karanlık bir mağara çıkmış. İçinden, Keloğlan’ın en çok korktuğu şey duyuluyormuş: yalnızlık. Mağara derin, sessiz ve dipsizmiş. Fakat geri dönmemiş. Kalbinin derininden bir cesaret bulup, elinde Dede Korkut’un verdiği asayla yürümüş. Her adımda karanlık dağılmış, mağaranın sonunda bir ışık belirmiş. Işıkta, altından bir yaprak parlıyormuş. Cesaret Yaprağı...

Kurt tekrar belirip başını eğmiş. “Korkunu yendin, birinci sınavı geçtin. Cesaret senden yana.”

Keloğlan, yaprağı heybesine koymuş ve yola devam etmiş.


İkinci Diyarda: Bilgelik Gölü ve Akıl Yaprağı

Günler sonra bir göl kenarına ulaşmış. Göl cam gibi berrakmış. Ortasında, nilüferler arasında bir tahtta yaşlı bir kadın oturuyormuş. Kadının yüzü yılların bilgeliğiyle doluymuş. Elinde altın işlemeli bir kitap tutuyormuş.

“Hoş geldin, Keloğlan,” demiş kadın. “Ben Bilge Ana. Bilgelik Yaprağı’nı arıyorsan, önce bilmecelerimi çözmelisin.”

Keloğlan başını sallamış. “Sor, Bilge Ana.”

Kadın gülümsemiş. “İlk bilmece:

Gözsüz bakar, dilsiz konuşur, hep doğruyu gösterir. Nedir bu?

Keloğlan düşünmüş. Gökyüzüne bakmış, etrafına... Sonra gülümsemiş.

“Ayna,” demiş.

Kadın başını sallamış. “Doğru. İkinci bilmece:

Ne yediği bilinir ne içtiği, ama doymaz hiç. Her şeyi yutar. Kimse görmez. Nedir bu?”

Bu biraz daha zor olmuş. Keloğlan ayaklarını yere vurmuş, düşünmüş. Sonra aklına bir gece yıldızları izlediği zamanlar gelmiş.

“Karanlık... Hayır, hayır... Zaman! Zaman her şeyi alır ama doymaz.”

“Zeka parlıyor,” demiş Bilge Ana. “Son bilmece:

Herkeste vardır, kimse göremez. Kırılırsa sesi çıkmaz. Onu kaybeden, kendini kaybeder.”

Keloğlan hemen yanıtlamış: “Gönül!”

Bir anda gölün üstü parlamış. Nilüferlerin arasından altın gibi bir yaprak çıkmış. Bilgelik Yaprağı...

“Zekâ yalnızca akılda değil, gönülde de olmalı,” demiş Bilge Ana. “İkinci yaprak senindir.”

Keloğlan teşekkür edip yola devam etmiş.


Üçüncü Diyarda: Sessiz Köy ve Merhamet Yaprağı

Yol onu garip bir köye götürmüş. Köyde herkes suskunmuş. Hiçbir çocuk gülmüyor, hiçbir kuş ötmezmiş. Evlerin kapısı kapalı, pencereleri kırık... Keloğlan bir yaşlıya yaklaşmış:

“Ne oldu bu köye?”

Yaşlı adam başını eğmiş. “Kralımız kalbini taş etti. Merhamet unutuldu. Kimse kimseye yardım etmiyor. Herkes kendi derdinde. Kalbi taş olan bir kralın hükmünde, merhamet çürür.”

Keloğlan içeri girmiş. Yoksul bir ailenin evine gitmiş. Çocuklar aç, anne hasta. Elindeki son kuru ekmeği çıkarmış, paylaşmış. Gölgesini bir ağacın altında bir garibanla paylaşmış. Annesinin verdiği yün atkıyı, titreyen bir çocuğun boynuna sarmış.

Köyün meydanında ansızın büyük bir gürültü olmuş. Taştan yapılmış bir heykel gibi duran Kral, çatırdayarak hareket etmiş. Kalbi çatlamış, ardından içinden altından bir yaprak çıkmış. Merhamet Yaprağı...

Kral gözlerinden yaşlar dökerek Keloğlan’a yaklaşmış. “Sen bize merhameti hatırlattın, teşekkür ederim. Üçüncü sınavı da geçtin.”


Ağlayan Ağaç ve Dönüş

Keloğlan üç yaprağı heybesine koymuş, Ağlayan Ağaç’ın olduğu ormana ulaşmış. Ağaç devasa ve kocaman kökleriyle kurumuş haldeymiş. Dallarından gözyaşları gibi damlalar süzülüyormuş.

Keloğlan diz çökmüş. “Ey ulu ağaç, sana hayatı getirdim. Cesaretle, akılla ve merhametle... Bu üç yaprak, sadece suyu değil, insanlığın değerlerini de geri getirsin.”

Yaprakları ağacın gövdesine yerleştirmiş. Bir anda köklerden bir ışık yayılmış, gökyüzü gürlemiş, ağaç yeşermeye başlamış. Dereler çağlamış, pınarlar fışkırmış. Keloğlan gülerek köyüne doğru koşmuş.

Köy halkı onu görünce sevinç çığlıkları atmış. Pınar tekrar akmış, tarlalar sulanmış, çocuklar sevinçle oynamaya başlamış. Dede Korkut gözyaşları içinde sarılmış ona.

“Keloğlan,” demiş, “Sen sadece köyü değil, insanlığı da kurtardın. Cesaretin, aklın ve kalbinle hepimize yol gösterdin.”

Köyde büyük bir şölen düzenlenmiş. Keloğlan’ın adı, nesiller boyu anlatılacak masallara geçmiş.

Ve masal burada bitmiş. Ama Keloğlan’ın iyilik dolu kalbi, dilden dile hâlâ anlatılırmış...

SON.

Yorumlar