Cesaretin, saflığın ve bilgelikle örülmüş bir yolculuğun hikâyesi
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak diyarların birinde, yemyeşil ormanların kucağında, pırıl pırıl parlayan bir köy yaşardı. Bu köyde herkes mutlu, tarlalar bereketli, hayvanlar sağlıklıydı. Ne var ki, tüm bu güzelliklerin sırrı, köyün hemen yanı başındaki Bilge Göl idi.
Bilge Göl sıradan bir göl değildi. Rüzgâr estiğinde yüzeyinde harfler belirir, gece ay ışığında şarkılar mırıldanırdı. Köylüler, gölün suyunu içtikçe sağlıklı olur, toprağıyla ektikleri mahsul coşar, hayvanlar bile daha bir neşeyle meleşirdi. Ama kimse gölün neden böyle mucizeler yarattığını bilmezdi. Bilge Göl’ün sırrı, yüzyıllardır saklı kalmıştı.
Bir Sabah Başlayan Sessizlik
Bir sabah, güneş gökyüzüne yükselmiş, kuşlar şarkılarına başlamışken, köylüler korkunç bir sessizlikle irkildiler. Göl... susmuştu. Ne mırıldanma vardı ne bir serinlik. En kötüsü de, göl neredeyse tamamen kurumuştu. Suyun çekildiği yerde çatlak topraklar, yosunlarla kaplı taşlar kalmıştı. Balıklar kıyıya vurmuş, kuruyan kamışlar eğilmişti.
Köy halkı panikle toplandı. Kimisi yağmur duasına çıktı, kimisi eski kitaplara baktı. Ama ne yapsalar da göl geri dönmedi. Tarlalar kurumaya, çocuklar hastalanmaya başladı. İşte tam da bu karanlık günlerde, köyün afacan ama bir o kadar da iyi kalpli delikanlısı Keloğlan ortaya çıktı.
Keloğlan’ın Kararı
Keloğlan bir sabah erkenden, elinde bir torba ceviz ve belinde annesinin sardığı nazar boncuğuyla köy meydanında toplandı. “Ben bu işin peşine düşeceğim. Bilge Göl neden kuruduysa, onun sırrını bulup geri getireceğim,” dedi.
Köylüler şaşkındı. Yaşlılar başını iki yana salladı, çocuklar umutla gülümsedi. Annesi Keloğlan’ın alnına bir öpücük kondurup, “Yolun açık, kalbin temiz olsun oğlum,” dedi.
Ve böylece Keloğlan, dağları, ormanları, vadileri aşacağı büyük yolculuğuna başladı.
Ormanın Kalbindeki Bilmece
İlk durak, Şarkı Ormanı idi. Ağaçların yaprakları rüzgârla ezgiler söylerdi burada. Keloğlan ormana adım atar atmaz, hafif bir melodi kulağına çalındı. Birden önüne, üstü yosunlarla kaplı kocaman bir taş çıktı. Üzerinde şu yazı parlıyordu:
“Saf olan anlar, yürekle bakan görür. Sırrın kapısı tek bir soruda gizlidir: Göl neden susar?”
Keloğlan bir an düşündü. “Göl susar çünkü insanlar dinlemeyi unutur,” dedi. Taş bir anda ikiye ayrıldı ve içinden ışıklı bir yol belirdi. Orman, Keloğlan’ı kabul etmişti.
Yolun devamında, türlü hayvanlarla karşılaştı. Yaralı bir tilkinin ayağını sardı, yuvasını kaybeden bir kuşu omzunda taşıdı. Her yardım, ormanın melodisini biraz daha yükseltti. Keloğlan her iyiliğinde biraz daha ışıldıyordu.
Sessiz Dağın Gölgesinde
Ormandan sonra Sessiz Dağ’a vardı. Rüzgâr bile esmezdi bu dağda. Tepesinde, kadim bir bilge yaşarmış: Zaman Dervişi. Keloğlan zirveye vardığında, onu bembeyaz sakallı, gözleri yıldızlar gibi parlayan bir adam bekliyordu.
“Ne ararsın ey çocuk?” dedi derviş.
“Gölümüz kurudu, köyüm perişan. Bilge Göl’ün sırrını öğrenmek istiyorum,” dedi Keloğlan.
Derviş elindeki bastonla yere vurdu. Toprak çatladı ve içinden küçük bir kristal kase çıktı. İçinde birkaç damla su vardı.
“Bu Bilge Göl’ün özü. Ama zamanla bu öz, insanların açgözlülüğü, şükrü unutuşu ve doğaya saygısızlığı yüzünden zayıfladı. Göl, sessizliği seçti. Sırrı ancak yüreği saf, gözü dürüst olan biri çözebilir. O kişi... sensin.”
Derviş, Keloğlan’a üç kelime fısıldadı:
“Dinle, Dengele, Dağıt.”
Ve sonra derviş, sis gibi ortadan kayboldu.
Suyun Ruhu ve Son Sınav
Keloğlan kasenin içindeki su damlalarını koruyarak geri dönmeye başladı. Yol boyu susamış ağaçlar gördü. Birini suladı. Sonra çatlamış toprağa denk geldi, birkaç damla daha döktü. Her damlayla doğa biraz canlandı.
En sonunda köyüne ulaştı. Göl hâlâ kuruydu. Keloğlan, kasenin son damlasını gölün ortasına bıraktı ve dervişin fısıldadığı kelimeleri söyledi:
“Dinle. Dengele. Dağıt.”
Birden gökyüzü karardı, yıldırımlar çaktı, sonra gök gürledi... Ve bir anda gökten sağanak halinde bir yağmur inmeye başladı! Göl, hızla doldu, eski melodisini söylemeye başladı. Kuşlar uçuştu, çiçekler açtı, çocuklar neşeyle göle koştu.
Mutluluğun Sırrı
Köy halkı Keloğlan’ı başlarına kahraman yaptı ama o sadece gülümsedi:
“Ben sadece kalbimi dinledim. Göl, biz ona nasıl davranırsak öyle davranır. Saygı gösterirsek şarkı söyler, bencilleşirsek susar.”
O günden sonra köylüler her sabah göle “günaydın” dedi, toprağına teşekkür etti, paylaşmayı öğrendi. Keloğlan ise bir başka serüven için yola koyuldu. Çünkü her sorunun ardında yeni bir bilgelik yatar, her sır ancak iyi bir yürekle çözülebilirdi.
Ve masal burada biter,
Keloğlan yine iz peşinde gider.
Bilge Göl artık susmaz,
Kalpten kalbe şarkısını fısıldar.
Son.
Yorumlar
Yorum Gönder