Gizemli Çınar Ağacı ve Zaman Kapısı

Zamanı doğru kullanmanın sırrı, cesur yüreklerde saklıdır.

Uzak bir köyde, devasa bir çınar ağacı vardı. Bu çınar, köylülerin en eski hikâyelerinde bile yer alıyordu. Çınarın kökleri o kadar derindi ki, dünyanın merkezine kadar uzandığı söylenirdi. Ancak kimse bu ağacın sırrını tam olarak bilemezdi. Herkes sadece, geceleri ağacın altından gelen ince bir ışık gördüklerini anlatırdı.

Bir gün, köyün meraklı çocuğu Lena, çınar ağacının altındaki ışığın sırrını çözmeye karar verdi. Lena, cesur ve zeki bir çocuktu. Yanına sadece bir fener, küçük bir pusula ve annesinin yaptığı bir parça ekmek alarak ağaca doğru yola çıktı.

Çınarın dibine vardığında, ışığın daha da parlaklaştığını fark etti. Fenerini yakmasına bile gerek kalmadan, ışık etrafı aydınlatıyordu. Lena, toprağın arasında parlak taşlarla kaplı küçük bir kapı buldu. Bu, “Zaman Kapısı”ydı. Kapının üzerine eski harflerle şöyle yazılmıştı:

“Zaman, beklemez. Geriye de dönmez. Ama cesurlar onunla yürüyebilir.”

Lena, derin bir nefes aldı. Kapıyı araladığında göz kamaştırıcı bir ışık patlaması oldu ve Lena kendini çok farklı bir yerde buldu.


Burası ne köydü, ne de bildiği bir orman… Gökyüzü mor ve turuncu renklerle dans ediyor, havada küçük saatler uçuşuyordu. Zaman Diyarındaydı. Her köşede farklı çağlara ait insanlar, hayvanlar ve makineler vardı. Orta Çağ şövalyeleriyle bilim kurgu robotlarının aynı pazarda alışveriş yaptığı bir yerdi burası.

Lena hayranlıkla etrafına bakarken, karşısına bir figür çıktı. Uzun cübbeli, gözlerinde binlerce yılın bilgeliğini taşıyan yaşlı bir adamdı bu. Adı Kronos Bekçisi idi.

“Hoş geldin Lena,” dedi Bekçi. “Zamanın sırrını öğrenmek için buradasın. Ama önce sınavlarımızdan geçmen gerek.”

Lena heyecanla başını salladı. “Hazırım!”

“İlk sınav: Geçmişin Odası.”


Yaşlı adam parmağını şıklattı. Bir anda Lena, büyük büyükannesinin çocuk olduğu bir dönemde buldu kendini. Her şey siyah beyazdı. Evler eski, yollar toprak, insanlar sade kıyafetler içindeydi. Lena, büyükannesini hemen tanıdı. O da küçükken tıpkı Lena gibi meraklıydı.

Ancak büyükannesi o gün, küçük bir yalan söyleyip oyuna gitmişti. Bu yalanın sonucunda kardeşi hasta olmuş ve ailesi günlerce üzülmüştü. Lena, geçmişi izlerken gözleri doldu. Zamanın ne kadar hassas olduğunu ilk kez bu kadar net anlamıştı.

Bir ses duyuldu: “Geçmişi değiştiremezsin Lena. Ama ondan öğrenebilirsin.”

Bekçi yeniden belirdi. “Geçmişin dersini anladın mı?”

Lena başını eğdi. “Evet… Her davranışımız, gelecek için bir iz bırakır.”

Bekçi gülümsedi. “İkinci sınav: Anın Bahçesi.”


Bir anda Lena kendini yemyeşil bir bahçede buldu. Kuşlar şarkı söylüyor, rüzgâr dans ediyordu. Ama bahçede işler tuhaftı. Çiçekler bir anda açıyor, bir anda soluyordu. Zaman hızla akıyordu.

Bahçenin ortasında bir saat ağacı vardı. Bu ağacın meyveleri, zamanın kendisiydi. Eğer zamanı doğru kullanırsan, meyveler tatlı olurdu. Ama savurursan, meyve çürürdü.

Lena, ağacın yanındaki çocuklarla oyun oynamaya başladı. Ama biri sürekli vakti boşa harcıyor, başkasının sırasına giriyor, zamanı çalıyordu. O çocuk zaman hırsızıydı.

Lena onu durdurdu. “Zaman, herkesin hakkıdır. Kimsenin vaktine göz dikemezsin!”

Ağaç bir anda parladı. Lena’nın dürüstlüğü, zamanı dengeye getirmişti. Ağaçtan altın bir meyve düştü.

Bekçi yeniden geldi. “Anı korumayı öğrendin Lena. Şimdi son sınav: Geleceğin Labirenti.”


Lena kendini metal duvarlarla çevrili, dev bir labirentte buldu. Duvarlarda hologramlar vardı. Her hologram, Lena’nın gelecekte alacağı kararların sonuçlarını gösteriyordu.

Bir hologramda, Lena zamanını boşa harcıyordu ve mutsuzdu. Diğerinde, zamanı verimli kullanıyor, köydeki çocuklara öğretmenlik yapıyordu. Bir başka hologramda ise çok para kazanmıştı ama ailesini ihmal etmişti.

Lena şaşkındı. “Hangisi doğru yol?”

Bir ses cevap verdi: “Zaman bir pusula değildir, Lena. Senin yön verdiğin bir nehirdir. Hangi yolda kalbinle yürürsen, orası doğrudur.”

Lena gözlerini kapadı ve içinden geldiği gibi yürümeye başladı. Labirent dağıldı. Lena, Zaman Kapısı’nın önünde yeniden belirdi.

Elinde altın meyve, kalbinde üç sınavın bilgeliğiyle… Bekçi Lena’ya bir saat verdi. Ama bu saat alışıldık bir saat değildi. Akrep ve yelkovan yerine, üç kelime yazıyordu:

Geçmiş. Şimdi. Gelecek.


Lena köyüne döndüğünde zaman durmuş gibiydi. Kapıdan çıktığı anda sabahın erken saatleriydi. Ancak Lena, günlerce süren bir yolculuktan dönmüş gibi hissediyordu.

Köydeki çocuklara zamanın sırrını anlatmaya başladı. “Zamanı boşa harcamayın,” dedi. “Her saniye, sizi siz yapan bir tuğladır. Geçmişten ders alın, anı yaşayın ve geleceği kurun!”

Köylüler başta bu hikâyeye inanmadılar ama Lena’nın gözlerindeki değişimi görünce, ona kulak verdiler. Zamanı daha iyi kullanmaya başladılar. Oyalanmak yerine üretmeye, tartışmak yerine paylaşmaya başladılar.

Lena, çınarın altına sık sık gidip saatini kontrol etti. Akrep ve yelkovan hiç hareket etmese de o üç kelime hep oradaydı. Geçmiş. Şimdi. Gelecek.

Ve zamanla herkes anladı:
Zaman, bir gizem değil; bir emanetmiş.


İşte böyle, Lena’nın zamanla yarışan o destansı yolculuğu burada sona eriyor ama mesajı kulaklarımızda çınlıyor: Zaman geçmez, biz geçeriz içinden…

Yorumlar