Uzak zamanların birinde, zamanın unuttuğu bir coğrafyada, dağların ardında, rüzgârların efsaneler fısıldadığı bozkırlarda bir oba vardı. Bu obanın başında, hem gücüyle hem de aklıyla tanınan bir bey yaşardı: Bilge Alp.
Bilge Alp, adından da anlaşılacağı gibi bilgelik ile yoğrulmuş, genç yaşına rağmen nice beylerin, nice hakanların akıl danıştığı bir yiğitti. Saçları henüz aklanmamıştı, lakin sözü aksaçlılar meclisinde hüküm görürdü. Dili yumuşak, yüreği cesurdu. Ne zulmedene eyvallah ederdi, ne mazluma sırt çevirirdi.
Bu yiğidin en kıymetli mirası, dedesi Kam Ata’dan kalan altın bir yay idi. Bu yay ne altın uğruna dövülmüş sıradan bir süs, ne de bir zenginlik nişanesiydi. Bu yay, eski çağlardan kalma, kutlu bir emanet idi. Söylenceye göre bu yayı yalnızca yüreği adaletle dolu olan, halkını gerçekten seven, nefsiyle savaşmayı bilen biri çekebilirdi. Onun dışında kim eline alsa yay ya donakalır, ya da ellerinde yanıklar çıkardı.
Bilge Alp yayla büyümüştü. Onu her gün saygıyla temizler, otağının en yüksek yerine asar, bazen dedesinin anlattığı eski hikâyeleri hatırlar ve içinden dua ederdi. Yay bir silahtan öteydi; bir yol gösterici, bir emanet, bir yoldaştı.
Fakat bir gün, obanın dinginliği bozuldu. Güneydeki dağlarda yaşayan Kara Han ve onun acımasız adamları, komşu obaları talan etmeye başlamıştı. Ateşle, kılıçla, zorbalıkla gelen bu adamlar, halkın canını yakmış, çocukları ağlatmış, anaları feryat ettirmişti. Kara Han, zenginliğiyle övünür, güçle hükmederdi. Adı her söylendiğinde kuşlar susar, kurtlar inlerine çekilirdi.
Bir sabah, Bilge Alp’in obasına bir duman çöktü. Güney obalarından bir grup kaçkın, yorgun düşmüş bir halde geldi. Kadınlar çocuklarını saklamış, yaşlılar bastonlarıyla zar zor yürüyordu. Her biri yürek dağlayan hikâyeler anlatıyordu.
— Kara Han geldi, dedi bir yaşlı kadın, gözleri nemli. Ekinlerimizi yaktı, yiğitlerimizi astı, çocuklarımızı alıp götürdü...
Bilge Alp suskunlaştı. Toprağa oturdu, elleriyle sakalını sıvazladı, göğe baktı. Sonra otağına girdi, altın yayı aldı. Gözleri kararlıydı. Yayı çekmeden evvel yüksekçe bir taşın üstüne çıktı ve halka seslendi:
— Ey obamın yiğitleri, ey bacılarım, analarımız! Bugün korku günüdür ama aynı zamanda cesaretin imtihan günüdür. Zulme karşı susan, yarın kendi evladının ağlamasını duyar. Kara Han geldi diye diz çökersek, yarın başımız kalmaz. Bu yay, dedemin mirasıdır, ama onu ancak hak edenin elinde hak doğar. Bugün bu yayla adaleti yayacağım!
Obada bir uğultu yükseldi. Kadınlar ağıtlar yerine marşlar söylemeye başladı. Gençler oklarını bileylemeye koyuldu. Yaşlılar dua etti, çocuklar taş taşıdı. Herkes Bilge Alp’in etrafında kenetlendi.
Ertesi gün, Bilge Alp elli yiğidiyle birlikte yola koyuldu. Ellerinde ok, gönüllerinde iman, sırtlarında yalnızca ana duaları vardı. Günlerce yürüdüler, geçitlerden geçtiler, dağları aştılar. En sonunda Kara Han’ın kara otağına ulaştılar.
Kara Han, Bilge Alp’in geldiğini duyunca gülmüş:
— Bir avuç çobanla mı gelmiş bana? Demek ki yay masalları bu kadar sürmüş! Onu eğlencelik yaparım, yayı da kılıcımın önüne bağlarım.
Ama o gece rüyasında bir kurt gördü Kara Han. Kurt konuştu, ama sesi insan gibiydi:
— Zulümle gelen, gölge olur. Altın yayı hakkıyla çeken, güneş olur!
Kara Han ter içinde uyandı. Sabah olduğunda etrafını yüzlerce askerle kuşatmıştı. Bilge Alp ve yiğitleri ise yalnızca elli kişiydi ama yüzlerce yürekti. Bilge Alp, altın yayı göğe kaldırdı ve çekti. Yaydan çıkan ilk ok, rüzgârla savruldu ve Kara Han’ın otağının direğini devirdi. Gök gürledi, toprak titredi.
Savaş başladı.
Yiğitler kükredi, kılıçlar şakıdı. Ama Bilge Alp, düşmanla savaşırken bile adaleti gözetti. Teslim olanı bağışladı, silahsız olanı korudu. Her bir oku, zulmün göğsüne saplandı.
Saatler süren çarpışmadan sonra Kara Han kaçmaya çalıştı. Ama Bilge Alp önünü kesti.
— Bunca zulüm ettin. Şimdi hak ettiğini alma vaktidir, dedi.
Kara Han yere çöktü. Titreyen elleriyle:
— Altın yayı bana ver. Güç onda, dedi.
Bilge Alp yayı ona uzattı. Kara Han yayı çekmeye çalıştı ama elleri yandı. Yayı bırakıp feryat etti. Gözlerinden yaşlar döküldü.
— Demek ki hak etmemişim...
Bilge Alp yayı tekrar aldı, göğe doğru çevirdi:
— Güç değil, hak doğurur adaleti. Yay altınla değil, yürekle parlar!
Ve o gün, Kara Han’ın karanlığı sona erdi. Obası dağıldı. Esirler kurtarıldı. Kaçırılan çocuklar analarına kavuştu.
Bilge Alp, halkın kahramanı oldu ama otağına döndüğünde yine sade bir çadırda oturdu. Gökyüzünü seyrederek şunu söyledi:
— Bir beyin otağı gökyüzü kadar geniş olmalı, ama gönlü bir çocuk kadar temiz kalmalı.
Yıllar geçti. Bilge Alp’in hikâyesi dilden dile dolaştı. Altın yay ise halen bir otağın yüksek yerinde durur. Ne zaman ki biri adaletsizlikle savaşmak ister, yay parıldar. Ve yay hala şunu fısıldar:
“Adaletle gelen, yürekleri fetheder.”
Yorumlar
Yorum Gönder